Dienstag, 24. November 2009

Delîl Dîlanar'in Paris Konseri ve Dengbejlik Geleneği




Yazarlar






  • Delîl Dîlanar'in Paris Konseri ve Dengbejlik Geleneği






Bülent Gündüz  




Önceki Pazar günü, konser tadında bir konser dinledim.  Aslında daha çok bir müzik dinletisiydi bu.  Alışmakta güçlük çektiğimiz dinleme kültürü iyi bir sınav verdi o gece.  Gürültü ve kuru kalabalıktan uzak  tarın, sazın, meyin, flütün ve balabanın büyüsüne kapılmamak elde değildi.  Notaların   su gibi akan ve ruhu okşayan yanlarını keşfediyor insan bu tür konserlerde.  Delil Dilanar ve arkadaşları, hiç şüphesiz bizi dengbejler divanına taşırken aynı zamanda dinlendirdi de.  Yok olmaya yüz tutmuş dengbejlik kültürünün çeşitli enstrümanlarla yeniden harmanlanmasıyla oluşan bu harmoni insanın ruhunu okşuyordu.
image


Paris’in kalabalık trafiğiyle bunalmış ruhlar, stres ve soğuk havaların griye boyadığı morallerin çiçek gibi açıldığı bir geceydi.  Bu dinleti, kulaklarımızın pasını aldı adeta. Müziğin ve sanatın öz kültürümüz olan dengbejlik üzerine inşaa olmasından mı bilmem ama bu konser ayrı bir memnuniyet, ayrı bir haz verdi.
 

Dengbejliğin Evdalê Zeynikê’den günümüze uzanan bu köprüsü, birbirinden değerli sesleri, birbirinden güzel yetenekleri bünyesinde barındırıyor elbette.   Şakıro, Reso, Zaharo, Şeroye Bıro, Karapete Xaco, Meryem Xan, Ayşe Şan bunlardan sadece bir kaçıdır. Her biri bu geleneğin taşıyıcısı, bu geleneğin birer mihenk taşı oldular. Her ne kadar biz bu değerleri yitirdikten sonra sahiplensek de kasetlerini baş ucumuzdan  ayırmayan çelişkili bir aidiyet duygusuyla da yaşıyoruz. Hem onlarsız yapamıyor, hem de sahip çıkmıyoruz. Sanırım bu da insanın kökenlerine duyduğu özlemiyle açıklanabilecek psikolojik bir olgudur.

Amcası Hüseyno gibi dengbejlik geleneğiyle yoğrulan Delil, bu geleneğin çağdaş bir temsilcisi olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Güçlü gırtlağı, çaldığı enstrümanlara, özellikle balabana olan hakimiyeti Delil’i sadece geleneksel dengbejliğin bir uzantısı değil; aynı zamanda üzerine inşaa ettiği bu tarzın, bu buluşun içinde  sesin en natürel haline enstrümaların ritmik havası katan ve insanları bunun içinde gezintiye çıkaran bir seyyaha çeviriyor. Evdalê Zeynıkê’nin Gûle’yi tavlayan sesi, Delil’in balabanında suret buluyor.  Ordan aldığı kadife tonla usulca kulaklarımızı okşayarak gönüllere nakşoluyor. Ve Gûlê Serayê, Evdal da Şakıro olup bizi Serhad’ın uzun kış gecelerine götürüyor. Stranlar, Sîpanê Xelatê’den Agirî’ye, Evdal’ın dediği gibi ‘Söylemez a Qûlilxan Beg’den Xozane’ye her yöreyi köy köy gezdiriyor.

Yaşar Kemal’in ‘ benim fikir babamdır‘ dediği ve ‘Kürtlerin Homeros’u’ diye nitelendirdiği Evdalê Zeynikê ve onun öğrencilerini benim anlatmam ne kadar kâfi olurki. Trajik Kürdistan melodilerini ve Derweş ile Edule’nin aşkını anlatarak  günümüze kadar eksiksiz ulaştıran bu söz ustaları değil midir? Bu da Serhad’ın incelenmeyi bekleyen ve Kürt kültürünün, ‘tarihin canlı tanıkları’ adı altında araştırılmayı hak eden çok önemli değerlerinden biridir.



Konserden açılan konu zamanın kalabalık dengbejler divanına kadar uzadı. Bu bir zaaf ise kabul ediyorum. Kürtlerin karakteristik yapısını bünyesinde en fazla barındıran bu gelenekten her konu açıldığında kendimi frenlemeyi bile düşünmüyor, alabildiğince kaptırıyorum. Dinlediğim stranları ve hikayeleri tekrar tekrar dinlemekten hiç bıkmıyorum.  Hatta, köyümüzün bir kaç adım ötesinde yaşamış olan Evdalê Zeynikê’nin belgeselini yapma ukalâlığını bile düşünmekten kendimi alamıyorum (Yaşar Kemal ve Ahmet Aras henüz sağken(uzun ömür dileklerimle))
Değinmeden geçemeyeceğim başka bir ayrıntı ise konsere Delil’e desteğini sunmak için gelen Sanatçı Zınar Sozdar’ın duruşuydu. Zınar, kibar tavrıyla hazırlık çalışmalarında  bire-bir bulunup her detayı inceliyor ve yardım etmekten zevk alıyordu. Ayrıca Zınar, konsere renk katan çok güzel bir de stran okudu. Sanatçılar arası bu samimi dayanışma,  bu tür konserlerin gerekliliğine atfedilmiş bir gönderme  olarak algılanmalı diye düşünüyorum.

Konsere yabancıların da ilgi göstermesi sevindiriciydi.  Fransız akademisyen ve öğrencilerin  dengbejlik kültürüne olan ilgileri ve memnuniyetleri ‘merci, merci beaucoup’ demekten kendilerini alamamalarından belli oluyordu.  Konserin giriş bölümünde Fransızlara dengbejlik kültürünün tarihsel sürecini anlatan kısa bir açıklamamız olmuş, onlar da bundan çok memnun olmuştu.
Konser sonrası kulağımın uzun süredir kaybettiği müzik ahengini yeniden bulduğunu hissettim. Bir çok dinleyici de aynı fikirdeydi bu konuda. Sıradan bir dinleyici olarak, müzik konusunda ciddi bir bilgiye sahip değilim. Fakat konser öncesi griye çalan ruhumun sonrasında rengarenk bir bahçeye dönüşmesi bu müziğin mikslenmiş, kurgulanmış, gürültü ve duygu sömürüsünden uzak, propaganda dan uzak yapılmış olmasından kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu müziğin, Kürt kültürünün korunması ve yaşatılması çerçevesinde ele alınması gereken bir duyarlılığa ihtiyacı var. Sözlü edebiyatımızın vazgeçilmez parçası olan dengbejliğin korunması ve yaşatılması görevi de daha çok Kürt enstitüleri ve müzik akademilerine düşmektedir. Umarım kurumlarımız bu sese kulak verir!




Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen